21 Kasım 2010 Pazar

Yoktur Belki Ahmet Ada Diye Birisi yayımlandı


Ahmet Ada’nın 18. şiir kitabı “Yoktur Belki Ahmet Ada Diye Birisi” (Artshop Yayınları) yayımlandı. 271 sayfalık kitaptaki şiirlerde, insan doğa bütünlüğü ile insanın varoluş kaygıları, endişeleri dile getiriliyor. Çocukluk, gençlik, yaşlılık, dört mevsim prelüdleri, liedler, Gazze şiirleri, Toroslar ve Göl zamanı şiirleri kitabın izleklerini genişletiyor. Genişleyen izlekler bilgece söyleyişlerle örülüyor. Gördüklerinin ötesine taşan, dahası görülmeyeni de göstermeye çalışan şiirler. “Yoktur Belki Ahmet Ada Diye Birisi” bir kült kitap özelliği taşıyor.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

AHMET ADA

YEŞİL AT







AHMET ADA

YEŞİL AT






İçindekiler


Özgüven
Yaşlılık
Yaşlılık II
Çocukluk
Çocukluk II
Gençlik havası
Gençlik havası II
Yaprakcık
Tarla kuşunun ardından
Ağaç- II
Şair
Gelmeyen oğul
Bir başkasıyım ben
Yanmaca
Işıma
Yeşil at
Durgun gün
Karadeniz kadını
Kaygılı
Kısacık konuşma
Yaz geçerken
Gazze
Gazze II
Gazze III
Gazze IV
Gazze V
Gazze VI
Gazze VII
Gazze VIII
Gazze IX
Gazze X
Yaz aşkı
Dünya havası
Konuşkan kavak
Yaşlı bilgenin söyledikleri
Kül gece
Yağmur evi
Vişne bahçesi
Yaz buğusu
Sonsuza dek
Gök kadar durudur haziran
Özgür at
Doğa hışırtıları
Balık için lied
Hüzünlü lied
Toros Ekspresine lied
Ben sizin neyinizim?
Siz anne değil miydiniz?
Dağınık lied
Kadınlar
Bengi doğaya lied
Sedire lied
Sıkıntı
Ölü kente lied
Denizben'e lied
Hiçliğe lied
Yola lied
Saat kaç?
Paçal II
Bin yapraklı hüzün
Yaz söyleşileri
İç kale
İyimserliğe lied
Nisan, evet
Tanyerine lied
Şaşkın doğa
Naz'a lied
Acılar, sevinçler
Hüzün nerede oturuyor?
Olağan şeyler
Elma
Elma II
Yaz gökleri
Halktan biri der ki





ÖZGÜVEN


Biliyor musun usul usul yitip gidiyor
Otun içindeki ısı – kimseler duymuyor,
Örtüyor yüreğini senin de
Üzen ve inciten aşkın tazeliği

Biliyor musun, tutkunun izi kalmıyor,
Ne korku ne güven ne umut
İzi yok erincin yüreğinde
Örseleniyor, sendeliyorsun rüzgârın
Yıktığı otlar gibi

Biliyor musun, ben en çok hüznünü sevdim
Toprağa bağlı olan, değişen hüznünü
Yavaş yavaş yiten yüzünde
Yalnız, kendi başına buyruk
Yatıştıran öfkenin çiçeğini her zaman

Bu böyle olmaz biliyor musun
Sevincin tazeliği kimsede yok
Sendedir yine yaşama gücü
Sendedir yine takımyıldızı




YAŞLILIK


Başka yurdun yok senin
Başka bir kentin, başka bir dilin
Dönüp geleceğin biricik yer
Akkavaklı Anadolu

Uzaklar çağırmıyor artık seni
Sis basmış kıyılar, geyikler,
Umutlanma binlerce yıllık tarihinden
Dayandığın değneğin ucu uçurum

Sular geceleri çağırmıyor
Ağaçların aklından geçmiyor senin
Her bahar öncesi dallarını budadığın
Üzülme, mutlu olmadığına yıldızların

Ayağını çabuk tut gelmeden ölüm
Durmuyor durduğu yerde karşı ağırlığın
Koca kışta, penceresinde çatı katının
Yağarken ince ince bir yağmur



YAŞLILIK II


Yaz geçip de sonbaharla buluştuğumda
Yeğ tutuyorum pasajın içindeki kahveyi
Ah, o geçip giden yaz güllerle dolu
Şiirlerimi giriyor, sesim karışıyor yazın sesine

Akşamüstlerini seviyorum eve dönerken
Mahallenin pırıl pırıl kızlarını
Kuşları, sokağın kırlangıçlarını
Köşe başındaki çiçekçi kadını

Yaz geçip de yaşlılığımı hissettiğimde
Kuru yaprakların sürüklenişi
Benziyor ayak sürüyüşüme
Fırtınalı yaşamın son saatlerinde

İstiyorum ki doya doya yaşayayım
Hafife alarak hayatı, alaycı
Bir gülümsemeyle geçerek içinden
Yaban kirazının ya da kırlangıçların



ÇOCUKLUK


Deniz kıyısındadır evim, bahçesinde
Güller açar, bir martı geçer,
Deniz çağırır bütün gençliğimi
Sularda geçen dingin çocukluğumu

Ah, ne kadar güzeldir koydaki balıklar,
Denize girilir akşamüzeri
Annem babam kız kardeşim
Bir huzur çemberidir etrafımda

Deniz, o serin balıkçıların evi
Benim çocukluğumdur kendimde olduğum
Düşlerimin gece beşiğidir
Anıların saflığına bağımlıdır göğü

Ne zaman büyüdüm? Yoklara karıştım
Kentlerde o zaman. Yıkık duvarlar
Gördüm, üzgün bakışlar.
Denizin soluk alıp verdiği adımı
Bir adım öteye koydum



ÇOCUKLUK II


Kiraz ağaçlarının çocukluğunu unut
Denizde geçen yaz esmerliğini unut
Ya siz diyorum tedirgin bir sesle
Unuttunuz mu yanı başınızdaki denizi

Kala kala deniz kaldı çocukluktan
Birkaç deniz kabuğu, kanatlandığım bisiklet,
İçine bozuk para attığım çömlek
Bir mucize eseri duruyor bodrumda

Unutulmuş saatlerde kaldım
Çocukluğun karlı kışında
İtiraf etmeliyim ki can sıkıcı
Bir şey karlı bir günde unutulmak

Ya siz diyorum hangi çocukluk
İçinden geçtiniz, küstünüz mü hiç,
Oldu mu heyecan dolu günleriniz
Ya da öfkelenip çileden çıktığınız



GENÇLİK HAVASI


Her şey bitti, geri gelmez gençlik
Yaz havası sessizliğinde dünya
Nasılsınız bakalım? Ne haldesiniz?
Kent bugün çok güzel, şöyle bir bakın bakalım
Daha hiç sokağa çıkmadınız mı?

Kuşlar diyorum hiç eksik olmuyor
Ürküyorum sesimden bu sessizlikte
Bugün daha iyi gördüm sizi
Ne yazıyorsunuz? ‘Toroslar’ı diyor,
Fazlasıyla ciddi fazlasıyla ağırbaşlı

Bugün daha iyisinizdir umarım
Kim demiş gençlik unutulmuş bir saat gibidir
Ara sıra bakılmalı saate
Ya siz bakıyor musunuz?
Biliyorum, şiir saatlerini unutmuyorsunuz

Gençlik mi dediniz Mayıs’ta çıkan kitap gibidir
Ah o 1 Mayıs’lar, neşe şenlik
Epey bir zaman sonra Taksim’de yeniden gençtik
Geçtik Şahmeran’ın kapısını



GENÇLİK HAVASI II


Peki diyorum içimden, o yokuşu aşınca
O yağmuru o duvarı o kapıyı aşınca
Çocukluk o kadar uzak
Gençlik karlı bir günde kalıyor

Işık değişmiş olabilir mi bir günde
Kim kararttı göğümüzü beyler
Gölgeler, kuş çığlıkları, yırtık sesler
O kadar yakın olabilir mi içimize

Eve dönüyorum başımda gençlik havası
Polis gazı, cop çığlığı, göğün yırtılışı
Peki diyorum Gazze’de kim çocukları öldürdü,
Bu şiddet, sorar dururum, niye beyler

Kara bir cümleyim kapı önünde
Sıkıntılı, tedirgin, şimşek kadar uzak
Kara ağaçlara, ıssız köprülere..

Sokağın şiddeti göğümüzde diken



YAPRAKÇIK


Başımın üstünde tasasız bir bulut
Başka başka çiçek gözleyen beni
Hep böyle kalacak değilim
Elimde toprak keseği

Bir kuş geçiyor yem arayan
Soğuk çimenlerin arasında
Evden kaçmış bir kedi
Yavaş yavaş yaklaşıyor kuşa

Parkın bakımlı çevreni
Kırağıyla konuşuyor
Güneş saçlarımın arasında
Çalgılı bulutları kovalıyor

Toprağa uzanınca boylu boyunca
Duyuyorum rüzgârın kabuğunu söküşünü
Dengini arayan salkımsöğüdün
Yaprakçığı oluyor




TARLA KUŞUNUN ARDINDAN


Tarla kuşuydu önüme düşen
Rüzgârı alt eden düzdeki kuş
Günün ilk ışıkları içinden fırlayıp
Toprağın üstünde büyüleyici bir uçuş
Değiştirdi birdenbire yüzümdeki hüznü

Tarlaların üstünde uçuşu güzeldi
Bir aldanıştı belki bu güzellik de
Yaşlı gözlerimin görüp göreceği
Nice doğa mucizeleri gibi

Ekinlerin hışırtısı gitmiyor kulaklarımdan
Belli ki bu sesler yazdan kalan
Gölgeliklerin tatlı esintisiydi
İnceden ince dile gelen

Ne söylenebilir tarla kuşunun ardından
Hüznümü alıp denize gitti




AĞAÇ II


Uykulu bir ağaçsın sen
Kuşları iten bütün dallarından
Güç veriyorsun iğne yaprağına çamın
Gece gündüz cömert yapraklarınla

Sönüyor saf görkemin arasında
Ay aydınlığıyla çalgısı gecenin
Bütün yaz yürüyorsun dere boyunda
Dengini bulmak için

Genç bir ağaçsın sen
Nisanda çiçek açan
Sular bakışın senin, kayalar uçurumun
Bir ışık salıncağısın derenin kenarında
Yalın bir türküsün yapraklarına
Rüzgâr içine girdiğin sığınak



ŞAİR


Gecenin gölgeleri yüzüne düşüyor senin
Gözlerin buğulu aydınlıkla çevrili

Dile gelmez yalnızlığın senin
Yakanı bırakmaz katır yükü acılar

İklimin hiç olmadı senin
Bakarsın yağmur penceresinden
Kuşluk vakti ya da ikindi

Hiç yağmadı yoksul evine kar
Nisanda bilge ağacın açmadı senin

Gözle görülmez kaygılı inceliğin
El atarsın acı çeken soğuk yele

Dilinden başka yurdun yok senin





GELMEYEN OĞUL


Yaz oğul, Toroslara yaz geldi
Isındı havalar sular ağaçlar
Gökyüzüne eğik astığım nal

Yapraklandı ısındı düş gören kayalar
Ayağına çabuk rüzgârın sapanı
Kabuğundan çıktı yumuşacık toprağa
Heybesiyle çıdamlı karınca

Yaz geldi oğul, yaz geldi dağlara
Geçiyor sana benzeyen biri
Omzunda tırpanı ve hevesi.
Bana bakıyor teldeki kuş,
Asma bana, dere yatağı bana

Yaz geldi oğul yaprağa teleğe
Fındıkpınarı patikalarında çözülüyor
Çıdam, o genç irisi.
Gelmiyorsun gittiğin yoldan.

Dışarıda yaz, geçiyor dağın eteğinden
Kuş sürüleri, bir de var gibi
Yok gibi ipek yeleli rüzgâr




BİR BAŞKASIYIM BEN


Biliyorum erken gelen yaz
Yatıştırıyor acı çeken fırtınalı ruhumu
Aşıyorum kendimi, bir başkasıyım
Tanıyoruz birbirimizi yüzümüzden
Başka başka varlıklarız
Anahtarını yitirmiş yol üzerinde

Anımsayın çok eskiden de vardınız
Geyikler vardı küçümsediğiniz
Süregelen acılarını öldürdüğünüz.
Biçimleniyor şimdi ovalar üzerinde
Yazla dirilen insan iyilikseverliğiniz

Biliyorum birkaç insan içgüdüsü
Taşıyorum içimde, yaz ürkütüyor
Fırtınalı ruhumu, ama engelliyorum
Bir delilik yapmasını başkasına

Tartılıyor insan geçerken dünyadan




YANMACA

Benim gölgem suda
Suda yanmaca

Güneşle çevrilmiş meşe, şimşeği
Tatmış, oradayım, ağacın yeliyim

Avuçlarım yanıyor çalılardan
Beklenen gelmiyor, bedende yanmaca

Seviyorum rüzgârın zamanını
Güzel kokular getiriyor yamaçlardan
Beni sendeleten çalgılar
O an yüzün siliniyor belleğimden
Gelmiyorsun ya kuşlar
Geyikler yokluğunu dolduracak

Gelmiyorsun ya yüzümde yanmaca
Yapraklanıyor dalların ucunda

IŞIMA


Bir cırcırböceği çalıların orada
Ara sıra susuyor, zamanın yarıldığı
Saatlerde, yaprağın titrediği rüzgâr
Yazın türküsünü söylüyor en gür
Sesiyle, sabahın serin sessizliğinde

Çok zaman olmuş çiftlikte geçen
Kanat çırpması bir ağacın,
Bir ördeğin ipincecik geçişi,
Yalınayak günün bir yanıt oluşu,
Cırcırböceğinin sürekli sesi,
Katıveriyor beni sağlıklı ışığa

Karaağaç akağaç derken ışığı
Düşürüyorum omzuma bu yaz
Buluta duran kuş bir çaba içinde
Sevincim ışıyor arı bir düşüncede
Öyle ki
Eriyorum acı çeken bir rüzgârla





YEŞİL AT


İntihar yeleli bir at bu
Gökkuşağı kuruyor deniz kıyısında
Otlar bükülürken kanatları altında

Bakıyor sıçrayan bir balık
Balkıyan derin uzama
Güneş giriyor yelelerinin içine
Bir avcı uzaklığından görüyor

Çocuklar, kuşlar çeviriyor dört yanını
Kocaman gözlerle bakıyorlar
Şimşeğin kayrası yeşil ata




DURGUN GÜN

Hava vişne çiçeği kokuyor
Çayırlıktan tütmede buğu
Bir kuğu sürüsü geçiyor gölden
Keçi ayaklı sabah sekiyor

Kulağım sabahın havladığı köpekte
Gözüm pırıl pırıl yüzeyinde gölün
Yarı uykulu yürüyorum göle doğru
Silinirken ayın görüntüsü

Olmadı hiç böyle durgun bir günüm
Isırılmış bir elma tadında.
Dumanı tüten bastonuma dayandığımda,
Sessizliği çok uzaktan görüyorum

Boşaltmış ağaçlar kuşlarını
Yaprak kımıldamıyor
Geldiğim yoldan ağır ağır gidiyor
Hiçbir şiirime girmeyen mandalar




KARADENİZ KADINI


Akşam saatlerinde ot yüklü
Kadınlar geliyor uçurumlardan
Derin vadilerden
Kirpiklerinin ucunda birikiyor
Sıradan işleri

Bir tırpan izliyor onları çayırda
Bir kuş geçiyor sisli ağzı
Bir kadın ormanı süpürmeye gidiyor
Bir otun hızında, yaşlı

Gök küfeleri yapraklarla dolu
Bağlılığı sürüyor ineğin ota
İnsanın mısır tanesine
Toprağın yağmur mucizelerine

Karadeniz kadını verimli yağmura benziyor
Yaşıyor seksen derecelik eğimle




KAYGILI


Yürekler katı, her şeyde bir buzlanma,
Kış sağır, ağaçlar don, yüzler soğuk,
Acısı uzayan Gazze yıkık
Okullar hastaneler camiler uykusuz

Bulamıyorum ne yağmuru, ne otu,
Ben ne yaparım? Kopar kopar
Gelirim büyülerden arınmış denize
Yenilmemek için insanın zorbalığına

Kış yıkık, insan öldürülmüş, yok artık
Ne dağda geyik, ne düzde at
Gök çürümüş toprağın uzun sınırında
Yaprak söylemiyor türküsünü

Bulamıyorum dağda geyiği, düzde atı
Denizin eşiği terk etmiş denizi
Kış gülü görmüş geniş kıyılardan
Köpeğin gözündeki kaygılı izi




KISACIK KONUŞMA


Demek, diyor, yeni bir düş getirdin
Güzün sokağı no üç, evdeyiz,
Odadan odaya geçiyoruz
Elimde tabak tabak bulut

Hayır, diyorum çarşılarda gezdirdim
Bu denizi bu bulutu bu ağacı
Düş değil ince ince yağmurlardı
Getirdiğim kendine yeten günlerde

Çocukken de diyor annem, böyleydin,
Atları severdin, faytonları, kuşları..
Güvercin ayaklı bir sabah
Koskoca parkı getirdin odamıza

Yaz diyorum inceliklerle dolu
Dışarıya çıkmasam da bütün yaz
İpek bir rüzgâr geldim diyor




YAZ GEÇERKEN


Öyle mi, diyorum çocukları getirsen
Çarşı pazar akşamüstü, sular duruluyor,
Bir bardak su, izi silinmiş yol,
Handiyse yontuların kardeşliği

Yalınayak yağmur, ipincecik
Bereketi bol Türkçeye yağıyor

Gülüyorsun kendini öğreten güle –
Biz toprağın mucizelerini öğrenelim

Olur, diyor o, eteğini çekiştiriyor
Yontulara bakıyor atölyede
Gülüşü rüzgârgülü, esintili
Yüzü yağmur hüznü, değişiyor

Öyle mi, diyorum kaçırdım eskil
Bakışı, kırlangıçların uçuşunu,
İzi silinmiş yolu, denizi, kirazı
Geçirdim atölyede bütün yazı



GAZZE


Yeryüzünde kalmak için özel
Bir çaba veriyor hastalar, ağır yaralılar
Yürekler yıkık, kan içinde sokaklar
Ölüm gözüpek dolaşıyor ortalıkta

Gazze ölüm bulutlarıyla uyanıyor..
Burada, diyor bastonuna dayanan yaşlı adam
Çocuklar sapan taşlarıyla karşı koyuyor
Çağın en modern silahlarına

Gazze çıdamla sarıyor yaralarını
Yağmur sonrası dimdik ayakta
Yağmur silemiyor kuzgun izlerini
Caddelerden alanlardan sokaklardan

Gazze yüzünü kapatıyor yıkılan minareye..
Burada, diyor bir anne,
Hiç kimse saldırıda ölmesin istedik
Ve dua ettik çocuklar için



GAZZE II


Ya siz diyorum virgülden vazgeçer miydiniz
Kısacık bir cümleyken ömrünüz
Yok hayır diyor yerinde kullanılırsa
Bir virgül yıkar Gazze’deki duvarları

Hayfa Tel-Aviv Kudüs Gazze tamam peki
Ayrılmayın diyor sizi özgürlüğe bağlıyorum
Ya evet diyorum Gazze’de özgürlük
Doğru fırlatılan bir sapan taşıdır

Ah, Gazze, yüzkarası yeni Berlin duvarı
Demek sizdiniz duvarların kalkması için arayan
Yıkılmalı diyorum silah tüccarlarının kalesi
Ya evet menekşeyi tanımalı çocuklar

Ya siz diyorum nasıl anlatacaksınız çocuklara
Köşe başlarını tutan keskin nişancıları
Her gün cinayet işleniyor sokaklarda
Gönül çelen bir yönü kalmıyor
Ne menekşenin ne leylakların



GAZZE III


Gece kadar derin bir keder Gazze
O kadar çiçeksiz ki tel örgüler
O kadar olur taşın sessizliği
O kadar olur kuşsuz göğün havası

Olanları görmüyor musunuz Gazze’de
Saklayın diyorum ölülerinizi, yoksa
Arayıp bulamazsınız mezarlarını,
Hastaneler yoğun bakım, ölü sayısı
Günden güne artıyor, uyandırın sözcükleri,

Uyandırın çocukları, hayır hayır
Kimse uyuya kalmasın, görmüyor musunuz
Çocukları kadınları yaşlıları
Öldürüyor barbarlar, Gazze kan

Duymuyor musunuz silah seslerini ey dünya
Ya siz diyorum ey Yahudi halkı
Üzüm bağlarından değil, buraya
Ölüm kamplarından gelmediniz miydi

Sizi rahatsız etmiyor mu silahlarla
Çevrili bu hava bu ağaç bu gökyüzü



GAZZE IV


Bize siz insan değilsiniz diyorlar
Bu deniz bu toprak bu çöl bizim
Diyorlar, ellerinde ağır silahlar var
Yakın mesafeden ateş ediyorlar

Söylüyorum ya mayısın son günleri
Havada menekşe kokusu var
Bir kuş tel örgüye konmuş
Kalbim ona o kadar yakın ki
Ne bekliyorsunuz ateş ediniz
Küçücük bir kuş işte

Baksanız göreceksiniz yıkık Gazze’yi
Saldırının üçüncü yılı dünyaya kapalı
Elinden alınmış göğü..
Kalbim bu yüzden uğultulu

Gazze, yıkık duvar, çözümsüz düğüm
Hani şu yazmanızı istediğim yazı
Onu yazdınız mı dünya kamuoyuna
Özgürlük Gazze için özgürlük



GAZZE V


Kendime saklıyorum tamam işte
Sözcüklerden örülü fırdöndü anlamı
Yine de acı duvarlardan sızıyor
Ölüm bir başka sefere

Yaşam diyorum namluların ucunda
İşte sürüp gidiyor. Bir sonraki gün
Büyük endişe, dışarı çıkmayın çünkü
Bombalar, yok hayır daktiloyla çalışıyorum

Yazmak neye yarar alışkanlık işte
Siz yine ayakkabılarınızı kapının önünde çıkarınız
Şarap alır mıydınız, çocukları öldürmüşler
Dışarıda sürüp gidiyor Gazze cehennemi

Hayır bitmedi telefon görüşmem
Kırmızı şarap oradaydı, bulamadınız mı
Bakıyorum beyazlar giymişsiniz, çok
Yakışmış size, dışarıda titriyor melekotu



GAZZE VI


Bir telefon kulübesinden arıyorum
Karşıma Gazze’nin kırlangıçları çıkıyor
Ayrılmayın diyorlar, bağlıyoruz
Kaldıysa sokaklarda serçe sürüsü

Bir patlama bir şimşek bir ateş topu
Kentin üzerinde ölüm bulutları
Bütün kuşlar öldü, kadınlar çocuklar
Hastaneler dolu, saldırının otuzuncu günü

Dağılmış bir hali var özgürlük isteyenlerin
Gök çatı şaşırmış olan bitene
Biliyorsunuz işte sözcüklerin gücü yetmiyor
Gazze’de vahşeti dile getirmeye

Ahizeyi sıkıp duruyorum, gelecek sesi
De Gazze’den, nasılsınız bakalım
Diyor telefonun ucundaki alaycı ses,
Aramayın akrabalarınızı yaşamıyorlar



GAZZE VII


Haber alamadık bir sonraki gün de
Kuşatma altındaki Gazze’den
Bozguna uğramış çiçekler tedirgin
Serçelenmiyor çocukların ayakları sokaklarda

Gazze suskun, Gazze kapatıyor yüzünü
Dünya kamuoyuna, kaldırım taşlarına
Kuşlar uçmuyor aynı seslerle
Kent korkudan düğüm düğüm

Her yere her kıpırtıya ateş ediyorlar
Diyor yaşlı adam, otuz günde uzamış
Sakalı çıdamdan, aralık kapısı
Korkunç bir bitkinlik içinde

Duymadım geldiğinizi diyor yaşlı adam
Alın beni de götürün beyler
Çocuklar masumdur her zaman
Daha turna görmedi onlar, bırakın yaşasınlar


GAZZE VIII


Peki, peki, diyorum kısacık bir cümle
Olsun içinde ‘işgal’ sözcüğü geçmeyen
Bütün güzelliğiyle güvercinler damlarda
Bir hafta sonu sessizliğinde balkonlar

Peki, peki, diyorum alışılmış havasında
Olsun insanlar, Heidegger değil –
Olmasın derin düşünceleri, kanat sesleri,
Bakalım işgale boyun eğip yaşayacaklar mı

Şimdi direnenler var duyuyorum
Aslına bakarsanız adı değiştirilmiş sokaklarda
Hepsi, vazgeçen yok özgürlüğünden
Kısacık da olsa ömürleri

E çok güzel işte, diyor kesik cümlelerle
Sağır, kör duvarlar engelleyemez demek ki
Menekşenin kokusunu, bakalım göreceğiz
Yaz kış demeden suyu geçen atı



GAZZE IX


Gül diyorum yaz sabahına uyandığımda
Gül gülünç olana kadar
Bu senin gülüşündür göğe yakışır
Bu otele bu sokağa bu parka yakışır

Gül diyorum geyikler insin göle
Bu senin yazındır
Bahçelerin uyandığı, kuşların uçtuğu
Vardır havada varoluşun soluğu

Vardır evet herkesin bir Gazze’si
Derin, sessiz, işgal altında
Kuşları vardır sıkışık anlarda
Durmadan uçar sıkıntıyla

Gül diyorum kadınlarda oluyor gül kokusu
Gül kıvamındadır haziran ortası
Vardır yazın kalın kabukları
Göl boyunca kalır aklımda


GAZZE X


Bir çocuk, Filistin’li, gitti gider
Yalınayak bir yanıttır dünyaya
Döner vurur keskin bir nişancı
Çarşı ortasında

O çocukta o ceylanda sen varsın
Masumluğun var dudağının kıvrımında
Demek ki dünyanın ıssızlığına düşmüştür
Nişancının tetik çeken eli

İşte gözlerimiz ellerimiz her yerimiz
Üç beş kişiyiz sadece
Başka bir şey gelmiyor elimizden
Kabuk bağlayan düş birikintilerinden

Sonra karanfiller bırakıyoruz
Bir karanfil ne kadar solmadan durursa
O kadar duruyoruz
Vurulup düştüğü yerde


YAZ AŞKI


Yaz, diyor buğusunu örten deniz
Ne çok sevdiğin mevsim öyle
Büküyor dizlerini binlerce direk
Nasıl kımıldadığını görüyorsun
Çiylerden örülmüş sabahın

Yaz, pencerene konan kuş
Yaz, çiçek dalı balkona tırmanan
Yaz, bir çağrı oluyor dilinde
Gövdene akan gövdeye

Seviyorsun çocukluktan çıkan o kızı
Yaz tırpanı bir aşk bu
Düşündürmüyor insana başka bir şeyi
İçine bir güneş oturuyor ki
Çıkmıyor bir daha oradan

Yaz, kuğunun balkıyan boynu, ince
Yaz, yüreğin şimşek hızı başka yüreğe
İçtenliğin ötesini tattın sen
Yaz sürerken yüreğinde



DÜNYA HAVASI


Omuzlarıma sürtünüp geçen acı
Dolu bir hayat bu, sokaklar kir duman
Kibir en geçerli akçe, verili
Düşünceler kocaman bir orman

Biliyorsun, diz çökmüyorum hiçbir zaman
Sürtünüp geçen acıyla dolu hayata,
Sokaklar sırnaşık, ilişkiler kaygan
Verin bana yalnızlığımı sarınayım

Dünya çorak bir iklime sürükleniyor
Kiraz kokusunu alamıyorum artık
Her şey yapay, uçup gidiyor sözler,
Gül diken oluyor su mürekkep

Biliyorsun, boyun eğmiyorum sise
Kalbimden başlıyor dünyanın doğusu
Gök yok, alıp başına gidiyor
Terk edilmiş köylere, kavaklar



KONUŞKAN KAVAK


Ah, sana ödül olan şey bana ceza
Bu sağır bu yabancı bu saçma dünyada
Güzel şeyler de oluyor, ikiye bölünüyorum,
Bir ayağım deryada, öteki varoşlarda

Ah, yüzümü doğuya dönüyorum, doğu buz
Sıcak saklıyorum dünyaya umudumu
Dönerken güneye gözlerim kamaşıyor
Kat kat oluyor kirpiklerimin tuzu da

Ah diyorum bir ayağım başlatıyor
Dünyaya doğru bir koşu, bazılarımız
Dururken aynı yerde, yokken hiçbir kıpırtı,
Göz göze geliyorum sevdiklerimle de

Ah, ölçüyor cesaretimi bölündüğüm öteki,
Ayaklarım dünyanın sularında, başım
Yalnızlıktan kurtuluyor, konuşkan
Bir kavak oluyorum Anadolu’da



YAŞLI BİLGENİN SÖYLEDİKLERİ


Daracık sokaklarda kuş gölgeleri uzuyor
Damdan görüyorum kuşların gördüğünü
Gün elini omzuma koyuyor
Bildiğim şeyleri unutuyorum

Artık bilge bir toprağın üzerindeyim
Dicle ile Fırat geçiyor kaynağın içinden
Kaynağa daha yakınım, ruhuma katılıyor
Kuş çığlıkları, Süryani yüzleri

Avını arayan bir kuş çığlık çığlığa
Üstümden geçiyor, toprak bir damdayım,
Taştan örülmüş yapıların serinliği
Doluyor aynı ışığa kısacık aralıkta

Parçalandığını görüyorum külrengi günün
Derin çizgiler oluşmuş yüzlerde,
Ölümün sınırında yaşıyor insan
Burada, güllerden öte bir kıyıda

Yaşlandım



KÜL GECE


Deniz yiyor kıyıyı bütün yaz
Kıyıyla denizin uzlaştığını
Güneş de biliyor yıldızlar da
Bir şey var eksilen kara parçalarında
Devinim durmuyor taşlar üzerinde

Çocukluk günlerine gömülüyor doğa
Yazlık sinemalı, menekşe kokulu

Gölgelere kaçıyor kovalıyorum
Yaprakları aralanmış saf sevgiyi
Işığa karışan genç, diri bir beden o
Köpüğe boğuyor öpüşü, taşıyor
Bedenimden geçit vermeyen gül kökü
Yaşasın diyorum acı kök
Ve istiyorum ki benim olsun akçıl gece
Sona erecek gece, terleyen gece
Bozguna uğratan gözüpek gece
Katılaşan dünyayı soğutan gece

Sıkılıyor yıldızlar bütün gece




YAĞMUR EVİ


İkindi vaktinin ortalarına doğru
Yağmur yağıyor kirazlı sokağa
Biliyor musunuz bu yaz ilk defa yağıyor
Çok güzel yağıyor ince ince serperek

Bir yaprak yavaş yavaş düşüyor suya
O yaprak varlığımı kanıtlıyor
Yağmurun sesi ses boşluğunu dolduruyor
Yazdığım sımsıkı kapalı şiirin

Arı bir dille, naif bir vakarla
Yağmuru yazıyorum yapayalnız odada
Düşünüyorum aslına bakarsanız
Yağmurun sesini sesime katmayı

Elveda diyorum çalkantılı ruh halime
Papazeriğine bir ısırık atıyorum –
Yaz içeri doluyor, uzun uzun
Düşünüyorum yazarken son dizeyi



VİŞNE BAHÇESİ


Ben vişne bahçesine girince vişne
Bahçesi fark ediyor kendini
Bakıyor bir bana bir duru göğe
Bir kırlangıcın uçuş açışından

Bahçe, o derin kamaşma, o büyük ışık
Huzur veriyor bana bu kıyıda
Bu sessizlik, bu arınmış ıssızlık

Her ağaç kuşlarını çağırıyor

Doğrusu hayli tedirgindim bahçeye inmeden
Bahçe, vişne kokusu, yaz giyimi
Bahçe, yorgun ruhuma salıncak
Bahçe, benmişim bir bakıma

Vişne bahçesinde doğdum ben
Bir yaz günü, otların üzerinde..

Ben, kentin karmaşasından uzaklaşan ruh
Ben, parçalanmış insanın eşanlamı


YAZ BUĞUSU


Vaz mı geçiyor yaz menekşeden
Sızlıyor burnumun direği soldukça
Mersin’de haziran buğusu
Denizden gelen esintide
Epey bir zaman yeniliyor kendini
Yaz bakışımın derin izinde

Dünyanın karmaşık ilişkilerine
Bir balığın gözüyle bakıyorum
Sudan çıkmış, çırpınan bir halde
Yaşlı ve yorgunum

Yaz yeniliyor sonsuzluk duygumu
Her yere saçılan çalkantılı ruhumu
Bir kadeh izinde, dokunduğum nesnede
Arıyorum onu ötekinde

Yaz demek ki işleyen bir ağaç
Gelsem de yanına konuşsam doğayı
Ağaçla ben, benimle ağaç



SONSUZA DEK


“Bu yeryüzünde insan ki ıssızdır” diyor
Kasketini düzelterek yaşlı adam. “Unutun
Yanıp de kül olduğunu denizin.
İsterim geçmek bir yaprağın içinden,
Bir kuş olmak ya da şarap rengi
Denizde unutmak mutluluğu.”

İşte rüzgârın yanık topuğu, işte Akdeniz
Esmer bir yaylım ateşi güneş
Balıkçı kahvesinde gölge lekeleri
Düşüyor yaşlı adamın sözlerine

Mersin, tanyeriyle buluştuğumuz yer
Balıkçı kahvesinde taze pide, peynir,
Çay. Yoğun bakımdan yeni çıkmışım
Yaşarız bir ıssızlığı sonsuza dek



GÖK KADAR DURUDUR HAZİRAN


Bir hüzünlü haziran öyküsüdür
Yaz için çıkmak ormanı bol dağlara
Bırakıp kapı önlerinden söyleşen kadınları
Kentin sokaklarında sıkkın

Yeni açmış bir gül, kirazlar,
Bir bardak su olur masamızda
Alışkanlıklar unutulur, göle gidilir
Görülmeye değerdir dağlar, göl, doğa

Bol giysiler içindedir doğa
Göle doğru çatallı yürür ağaçlar
Otla oynar bir köpek, yolda…
“Geç kalmadım efendim, geldim işte…”

Kirazlar masamızda durur, papazeriği
Konur yanına eşitlenir masa
Gök kadar durudur haziran
Yaşlılık hüznüdür yazın başlangıcında



ÖZGÜR AT


Bir güzel at olur akıtmalı yalnız
Bir güzel durur otların arasında
Yazdır, rüzgârı düğümlü yaz
Bulutlar, otlar, ağaçlar kuşlardan
Bir şenliktir döner durur at

Güzel günlerimiz olur kırlardan
Küçük mutluluklarımız beyaz şarap
Her akşamda kuşlar vardır
Alttan alta sürer at yalnızlığı

Bir güzel yalnızlığımız olur beyaz
Geçilmez aydınlık sulardan
Çok belli bir özgürlük isteğidir
Bir atın sımsıkı çözümsüzlüğü

Ya da az az mutluluktur özgürlük
Bir güzel atın gelişi kırlardan
Kantarmasız, bulut yeleli, beyaz
Sana yakın, bana yakın, dünyaya yakın



DOĞA HIŞIRTILARI


Hayır, bitmedi henüz yaprağın serüveni
İçinden rüzgâr geçen, yaz geçen
Düşer ıştının sesi asmanın altına
Ağustosu okurum, ay sudadır

Hayır, bitmedi henüz balıkların deniz
Serüveni, denir ki martılardır
Denizden önce fotoğrafta çıkan…
Doğrular her zaman doğru kalmıştır

Nasılsınız bakalım bugün bu gece
Ey kuşlar, ağaçlar, kuşlardaki ağaçlar,
Ormanın buğusu, yalnızlığa teyellenen
Kıyıya çekilmiş tılsımlı tekneler?

Şu işe bakın, ağustosböceği sevinirmiş
Üstümüzden ishakkuşunun uçuşuna
Peki biz yazı azar azar geçirmedik mi
Öyle kendiliğinden bir doğa içinde?



BALIK İÇİN LİED


Balığın ıslak ağzı kocaman deniz
Gök ile deniz alt alta üst üste
Başkalaşıyor iskelede
Tekneler bir gelip bir gidiyor
Umuyorlar adaya varmayı

Balkıyan nesneler var ayaklarımın dibinde
Yeni alınmış bir çift sandalet
Biri kısa iki tornavida
Gemici feneri, su dolu kova

Balığı gördüm küçücük ağzı deniz
Bıraksan atlayacak oltanın ucundan
Derine, en derine, belki dibe
Ölümden kurtulmanın sersemliğiyle

Akşamüstü iskele kahvesine uğruyorum
Kırlangıçlar geçiyor budayarak rüzgârı
Koca çınar denize bakıyor, deniz bana
Kim bilir belki bana öyle geliyor



HÜZÜNLÜ LİED


Ben size hüzünlendim
Su kesiği, ince bent, tasalanan yürek
Gazze yanığı gece, çulpan

Issız bir kuyuya zeytin attım
Varır mı dersiniz Yusuf’a? Peki siz
Neden seyircisiniz incirin ağıtına?

Gördüm nar’ın sızladığını koca ovada
Tarih 16 Haziran 2010, ağıt yakıyor
İncir ile nar : Türkçe ile Kürtçe

Ey Zümrüdüanka, ey çulsuz ahali
Ben size hüzünlendim
Yanlışa büyüyen orman


TOROS EKSPRESİNE LİED


Dağlarım diyorum gelincik tarlası
Trenlerim Toros Ekspresi
Bir kadın trenin penceresinde
Gözleri iri iri, bakışımsız ucu

Trenlerin gelip gittiği istasyon
Su satan çocuklar oluyor kuşlardan
Akasya hışırtısı her zaman,
Taş bina lojmanları tül perdeli

Bozuk bir Türkçeyle konuşuyor adam
Sesi günebakan hışırtısı
Bıyıklarından terliyor konuştukça
Sözünü gümüşlüyorum aynı anda

İstasyon, gurbetin kırılan aynası
İstasyon, göç alan kentin ilk çatısı
İstasyon diyorum saate bakmak
Hadi, orada durmayın, birazdan gelir
Bozkırı giyinmiş Toros Ekspresi



BEN SİZİN NEYİNİZİM?

Ben size uzak akraba mıyım
Kuşlar kadınlar tenha akşamlar?
Ne kadar akrabaysak o kadar
Yüzünüz elleriniz her yeriniz doğa

Ben burada bir sıkıntıyım
Konuşuyorum da onulmaz bir yarayla
Taşlar, az az balkıyan sularla
Öyle ya ben size sıkıntıyım acılardan

Akşamüstü hüzünlüdür bakışlar da
Gizlerken gölgelerini doğa
Ben size çok uzak değilim

Ben sizin neyinizim ey ablalar?
Bize de gelin gece yatısına
Ey kapı önü komşuları, taşlık yıkayanlar,
Gelin ne olur aynalar kırılmadan


SİZ ANNE DEĞİL MİYDİNİZ?


Ah işte ben sizin hüznünüzüm
Menekşesi solan sonbaharınız
Üstümde çok hoş kokunuz var

Ah işte bunlar yüzünüz gözleriniz
Bir ırmağı uyandıran
Bir düğme düşse göğsünüzden
Kış sabahı kuşlar fırlar

Sevgileriniz durulmamış, taşkın
Bir düzlüğü aşan göğsünüzde
Bir dizi söğüt ağacı uğuldar

Bunlar dünyaya dokunan parmaklarınız
Bunlarsa vişne bahçesi dudaklarınız
Siz anne değil miydiniz?
Benim Türkçem bozuk

Hadi bir hışırtı olarak geçelim
Sinemalara gidelim, dut kurusu yiyelim
Kanatlarımız yanmadan



DAĞINIK LİED

Yazdı, çiçeğin sapından tutulan yaz
Ben size kaldım ey yelkovan kuşları
Yırtılırken güneş şamdanından
Ben size kaldım kuşlar

Ben size yazdım kanatlarım yandı
Yitti çok kemikli ellerim, kaydı gitti
Ayaklarımın altından kiraz bahçeleri..
Rüzgârdım ben tozkoparan

Eskiden bir güzel kirpikleriniz vardı
Kirpiklerin ucuyla dalıp dalıp gidişin vardı
Ot ısısı ellerin, hüzünlü duruşun vardı
Baktım, her şey karlı bir günde kaldı

Sonra her şeyin bir zarı vardı, günler
Günlerde kaldı, toplu mezarlar gördüm,
Çözüldüm, yüzümü değiştirdim,
Baktım, dağılmış bir halin vardı


KADINLAR



“Herkesin bir Yusuf’u var”

Diyor bir kadın

Denizden buğular yükselirken

Kuş sürüleri geçiyor gökyüzünden

Öteki kadın bir terlik kadar tedirgin

Eteklerini toplamış, kalbinin doğusuyla

Konuşuyor kapı önünde:

“Ağustos da geçti, ansızın

Güz geliyor”


Deniz gören daracık sokakta akşamüstü

Kapı önüne oturmuş kadınlar

Gürültüyle konuşuyorlar:

“Yusuf olmak da bir bun,

Mansur olmak da”


Ya kadın olmak diyorum kendi kendime

Onurlu bir uçurum,

Derin, sade, yalın

Kabuğu altında ağaç

Dünyanın sesleri geçiyor içinden



BENGİ DOĞAYA LİED


Ey deniz, ey çoban yıldızı, ey yapraklar

Yaz için yürüdüm, su için

Tilki için yürüdüm, tavşan için.

İpeğin ağzı, sözcüklerin kumaşı

Ben size yazdım – incir için.

Doğayı öldüren çirkin külçe

Ben size yanlışım.


Ne güzeldir biçimli doğa

Bir akasya yürürken denize

Düzlükte bir dut eğilmişken toprağa

Bir tırtıl yaprakta yeşildir

Bir kuş çitin üzerinde


Doğanın gergefi tıkır tıkır işler

Rüzgârın kar kirpiği güzeldir

İçinden Elif’ler geçer


Tek gözlü doğa korsanları

Ben size yanlışım



SEDİRE LİED



Ey aşkın neşesi, ey yağmur kokan avlu,

Karpuz tarlalarını geçtim de geldim

Kargışlayarak kör çeşmeleri


Toprağı çapalayıp geçtim bekleyişlerinden

Ey sevgili, ey yağmur sonrası açık pencere

Göğe bakan


Var mıdır kuşlarını dağıtmış sessiz bir avlu,

Oturup dinlenmemi isteyen bir sedir?


Kiraz çiçeklerini çitleri geçtim de geldim

Ey sevgili, kemerler bize bakar

İçimizde kırılırken ışımış bir dal


Bize kış bahçeleri bağışlayan sonsuz doğa

Suyu yönettim de geldim kaynağa

Birleştiricidir ağzım tenha bir yerinle



SIKINTI



Biz mi, o her gittiğimiz yerde

Yaşlılığı konuşuyoruz saatlerce

Hastalığı, erik likörünün yapılışını

Çok bakışlı günü, sokakları, kedileri


Özlemle anıyoruz Edip Cansever’i

Kısa şiir tümcelerini, saf sözcükleri

Denize bakıp bakıp kalıyoruz öyle

Günler boyu süren bengi hüznümüzle


Biz kim miyiz, darmadağınık kadınlarız

Kanatları yanmış ev, aile, iş

Neyin anısı kalmışsa oyuz

Üşüyoruz aldatılmışsak bir başkasıyla


Biz mi, o her gittiğimiz yerde

Kirazlar, vişneler, likör

Derin bir mutsuzluk dünya

Tutulmayan sözler kocaman deniz



ÖLÜ KENTE LİED



Her şey hazır, geniş damların güvercinleri

Taklacısı, beyazı, sevda yüklüsü

Beni görünce çoğu pırrr

Bulabilmek için özgürlüğü


Biliyorsun bize göre değil

Tek bacaklı dünya, kör duvar,

Üzerine kuşlar konsa da tel örgüler


Biliyorsun kanatları kırık kentin

Denizi diz çökmüş, yok doğası,

Yıldızları, ağaçları, atları..

Sözcükler yapan ustaları gitmiş


Can çekişen gölgeler de yok

Yiğitlerin kanı kurumuş kirli sokaklarda

Girmemiş güneş bir daha

Bakışımsız bulduğunuz meydanlara


Hızar sesleri olmayınca

Bitmiş bu kent – gidelim

Her şey hazır, gidelim




DENİZBEN’E LİED



Dünya, göğsüme teyelli curnata

Ah işte şeffaflığım yaprak hışırtısı

Çocukluğum hüznün bin türlü rengi

Ilgım: annemin başucuma dikildiği

Sisli günlerdi, arka bahçeleri olan


Ben denize çarpa çarpa büyüdüm

Ağaçlardı kuşlardı sokaklardı o kadar

Denizbendi içinden geçtiğim

Ne kadar balıklarla olsam da

Birkaç kulaç ötemdeydi hep annem


Ah işte verili hayata kördüm

İte ite elimle dolu bir bardağı

Gece şiirlerine gömüldüm

Taşa, çuhaçiçeklerine


Ben mi ölüm kadar bir hiç

Varlığın dirimi ağaçlar kuşlar için

Şu sokağı dönünce gökyüzü

Ya da şu çok derin denizben



HİÇLİĞE LİED

Akşam mı, özenle katlayıp koydum

Ağacın kovuğuna. Doğa gövdemdir benim

Vardır belki başka bir yerde,

Hiçliği konuşan üç beş kişi

Akşam mı, bu kaçıncı akşam?


Hiçliği konuşan yaprağın sesi

Elma suyu içiyoruz asmanın altında

Dergiler, kitaplar sonsuz bir masada

Ben, yaprağın sesi değilim

Bir ağacın sesiyim balık kadar


Ben mi, bir ağaçkakan gördüm kaya dibinde

Uzun gagalı kuşlardan

Evreni konuşurken aklımda kalan

Bir arı, birkaç kuş, uzun süren yaz.

Ben, göğü boşaltan değilim


Ben mi, dayanıklı büyüdüm her acıya –

El emeği şiirler yazdım kemiklerimden

Şimdi onları konuşuyoruz

Elma suyu içiyoruz yaşsız bir güzellik için

Ben, hüzünden kirpikleri yanan




YOLA LİED

Usulca yürüdüğüm kavaklı yol

Ülkemdir, kirpik ucunda ışığın kırıldığı

Gidip geldim unutulmuş bir vakti

Yazın bir yerinden geldim


Siz bilirsiniz hüzünlerden geldiğimi

Kulağımda kavak hışırtıları

Kuşlarlayımdır beyaza kesen.

Dünya, dolandım durdum boşluğunda


Gün’e uzun uzun baktım, kavaklara,

Bu nasıl döngü, kazdım durmadan

Benliğimi, gövdem kavak sesi

Deniz derinliği bedenimin kesiği


Siz bilirsiniz hüzünlerden geldiğimi

Ey iyi niyetli çeşmeler, ey kör kuyular.

Kavaklı yol çıkar mı dersiniz

Anlamlardan örülü hüzün denizlerine


Bu benim ülkemdir kirpiğimin ucunda

Yakılmış köyler, boş köpek havlamaları,

Solgun bakışlı çocuklar

Yüreğimin eğrisi, parmağımın mührü



SAAT KAÇ?



Saat kaç? Kim bilir saat kaç?

Yokluğa hazır mısın sevgilim? Uzun

Uzun denize bakmaya, denizben’e, yani bana

Susarak anlatılır bazı şeyler

Acı, göğü kullanan uçaklardan gelir

Derin, öyle denizden

Saat kaç şimdi? Çocukların suçsuzluğuna yağar

Azıcık mutluluğuna kadınların

Gazze çarşılarında bomba


Saat kaç? Hüzünler bırakan gün,

Ey Akdeniz, ey ağaçların büyüsü

Hazır mısınız acıya, portakal çiçeklerine değil,

Acıya, susarak katlanılan acıya.

Hiç oğlunuz öldü mü doğuda?

Susarak anlatılır bazı şeyler,

Bilinmezden gelinir taşın ağırlığı

Bitkilerin, katırların varlığı


Az kaldım bir yağmurun boynuna,

Sevgilim, saat kaç şimdi?

Kuş sürüleri birazdan geçer

Saat kaç şimdi? Yaprakların ikindisi

Hiç kıpırdamadan durur içimde

Yalnızım, iyi değil tekdüze böyle




PAÇAL II



Yanlış yaştayım gözlerinde derinliği görmek için

Sevgilim, paçal yanım,

Ayak bileklerim sızlıyor, sayrıyım,

Yüzümü duruluyorum suyu çarpa çarpa


Alışılmadık şeyler yapıyorum

Birleşiyorum güzün hüznüyle

Dağınık odamızda ayrılık ya kalır

Ya kalmaz geciken kışa


Ey deniz, ey derin mutsuzluk! Sevgilim,

Dağıldık ya susuyoruz. Solmuş sözcükler

Dökülüyor sonra aramızda..


Ne kadar yaralayıcı bu aşk böyle


Biliyorum, bende yaşıyor doğa

Parmak uçlarımda dalgın akasya

Çözülüşümü işaret ediyor aşk konusunda..


Sevgilim, kirli paçalım, ölüyorum




BİN YAPRAKLI HÜZÜN

Ben size demedim ki gülü eksiltin balkondan

Balkondan kuşları, kedileri

Öyle bir şey ki onlarla yaşamak

Bir mutluluk belki, kuşların cıvıltıları,

Kedilerin kıvrılıp yatması.

Nedir ki varoluş kısacık günde

Nedir ki deniz hiçlik birikintisi

Karşımda ne kadar kocaman olsa da


Bütün anılarımı gömdüm de geldim bu otele

Balkonun önü deniz

Dedim ya denize baka baka

Belki de o bana baka baka

Giyindim çocukluk urbasını, yürüdüm

İri yapraklara doğru. Sevgilim,

Yarın okunacak bir şeyler de buluruz

Kavafis ya da Mayakovski

Acısına kapanan şiirler


Ben size ötekiyim ya da dağ başı çeşmesi

Sende kalan bir anı, belki külrengi

Bir kitap, bir saç tokası, bir yüzük –

Ne güzeldir seven iki insanın göz göze gelmesi

Bin yapraklı hüzündür

Derindir incedir kırılgandır

Her şey tamam dersiniz kırılır bir yerinden

Sonrası

Serçelenir sözcükler dilinizde




YAZ SÖYLEŞİLERİ


İnce, uçumlu güzel bir ot

Nasılsınız iyi misiniz dedi rüzgâra

Rüzgârın ne dediğini duymadım akan sesinden

Dönelim hadi dedi Naz

Dönelim mi, mavi havuz, kuğular,

İyi değil mi burası, güneşlikler, şapkalar

Az kaldı çiçek desenli denize

Yaz göğüne doğru gider


Peki, heybesine toplar fesleğen

Kokusunu güneş dedi Naz, doğru,

Denizin geceleri üşüdüğünü söylemişti

Uzak kıyıları özleyen bir balıkçı


Peki, dönelim şiire, yani aşka

Dalıp dalıp gitmeden kuğulara

Kalırsa kalır deniz sol yanımda

Gelir ardımdan kocaman denizben


Yaz gelir gider, insanın kendi denizdir

Dedi Naz, çiçek desenli fincandan

Çayını yudumlarken, sesinde batık

Bir teknenin hüznü, kalın, buğulu




İÇ KALE



Biz dar vakitlerde olduk, sıkışık

Bir yoğunlukta yaşadık sabahın serinliğini

Hazır mıydık bilmiyorum güneyin

Yağmurlarına, kendiliğinden dağıldık


Gitmeye hazırlandık o büyük sulara

Bahçeler bırakmadı, gövdemizi dolaşan

Portakal, limon ağaçları, kuşlar

Anılarımızı ovup parlatan sokaklar


Çarşılar, ah çarşıları Mersin’in, balık

İle baharat kokuları. Oturmuş dükkân

Önüne tavla oynayan insanlar

Her şey öyle kendiliğinden

Kolyeler yüzükler gümüş takılar


Biz, yani hepimiz, çarşıda bildiri dağıtan

Çocuğun kırık gözlüklerinden baktık

Denizin çekildiğini gördük

İç denizimize döndük, kedilerimize


Tenha bir iç kaleydi balkonlarımız da




İYİMSERLİĞE LİED



Akasyadan dökülüyor arsız kuş sesleri

Avludayım, reçel yapıyor Naz, kavanozlar,

Hasır iskemle, toprak testi, meraklıyım

Vişne reçelinin yapılışını görmeye


Temmuz yağmuru, kısa kısa bakışmalar,

Vişne reçelini konuşuyoruz, sanki bitti

Varlık-yokluk sorunu, ölümsüzüz,

Kuş gölgeleri, güneşin kılıcı, deniz ölümsüz


Niye asıyorlar öyleyse Tahran’da üç beş yoksulu?

Yakıcı bu soru dilimde

“Çok soruyorsun, her şeyi öğrenmek

İstiyorsun” diyen sesi Naz’ın


Çok yapraklı ağacın hışırtısı

Gök salıncağının gelgiti: dünya,

Bir de kapının önünü süpüren rüzgâr

Hepsi o kadar değil, ben hepsi değilim

Deniz birkaç kulaç ötede




NİSAN, EVET


Ah, işte nisana giriyoruz suları köpürte

Köpürte, bir yağmur damlası, bir sis,

Daha duru bir hava beklenir

Yoruldum kışın sesi olmaktan


Uzanıyorum ince ince yağan yağmurun

Boynuna, uzanmış hamakta dinleniyor

“Yağmurun parmakları vardır

Gösterir kocaman denizi” diyor Naz


Ahşabın dili cumba, ışığınki çıkrık

Kaytan bıyıklı öğle, avluda

Nisana giriyoruz, nisanın belleğine

Üç beş adım sonra ceviz ağacı


Yağmurun suladığı toprak kokuyor

Tüten buğuya bakıyor ahşap ev

Nisan yağmuru görülen ses işte

Ve daha birçok şey, evet evet


Nisana giriyoruz bir güzel akşam

Gökyüzünün ağı, uyuklayan ağaç

Hep birlikte giriyoruz nisana

Ceviz ağacı, toprağın telaşı, atlar




TANYERİNE LİED

Bize aşkolsun, aşkolsun böyle

Değil mi ki mutluluğu yakaladık

Vardır maceramızda kimsede olmayan

Hoş kokulu otlar, sınırsız bir gökyüzü


Bir çocuk karaşın sağ yanımda

Bir çocuk, deniz gözlü, sol yanımda

Bir bulut süklüm büklüm gider

Yağmurkuşgiller sessiz, derin gider böyle

Doğuda çocuklar çiçekli çiçeksiz

Ölür gider böyle Mardin göğüne


Bize aşkolsun, aşkolsun böyle

Koca denizi, kuş sürülerini, geyikleri

Kendimize çevirdik, neşeli saatlere,

Vardır maceramızda birkaçının yeri


Her şey tamam, bozuk paralar, uçak bileti

Yahudiler Ruslar Fransızlar elveda,

Değil mi ki dünyayı omuzladık

Hak ettik yüce gönüllü tanyerini




ŞAŞKIN DOĞA



Sarılgan ot, gök salıncağı, umarsız uçurum,

İşvebaz bulut bir gider bir gelir

Benim mi başım döner ormanda,

Bilinmez, dünya mı döner?


Biliyorsun ya bir anıt ağacım

Küçük ormanda, dönüp

Dönüp bakılır kalın gövdeme

Bulunur başucumda yaşımı, özelliklerimi

Yazan bir levha ya da neşeli kuşlar


Sayısız yapraklarım var benim

Sevgilim, gölge olabilirim değil mi

İç çeken başka bir gölgeye?


Sevgilim, göz sığınağım, sebilim

Dağıtın beni gölgelere

Ya da som gecelere, taçyaprağıyım


Biliyorsun ya nasıl yalnızlığa büyüdüğümü

Nasıl hüzünler bıraktığımı

Gitsem de bir adaya, gelsem de

Kanatlarımın yandığı yanlış kente


Sevgilim, sebilim

Kırık bir heceyim şimdi




NAZ’A LİED

Şeffaflığın, ah sevgilim, kendine özgü

Askılı elbisen gizlemiyor ruhunu

Öyle dalıp dalıp gitmelerin var ya

Yalnızlığımı çoğaltıyor


Petunyayı inciten ben değilim

Arsız çiçekleri azarlayan ben değilim

Kör bir şairim ben, bengi

Sisin avuttuğu, denizin beklettiği


Ah sevgilim, güneş kaynağıdır esmerliğinin

Eteklerinin zili çocukluğundur

Öyle loş bahçeler gözlerindir

Öyle midir derinlerde kalışım


Ben mi kimim? Bir kuşun sevinciyim

Mersin’i boydan boya geçen bir kuşun

Kanatlarım yanıyor sevginden..

Ben mi, hiçbir şeyim kuşlardan..




ACILAR, SEVİNÇLER


Başka bir şey değil sarnıca dolan

Acılardır, çöker dibe, ya kalır

Bir uçumluk sevinç yüzünde

Ya kalmaz, unutulmaz,

Sen de bilirsin, canın yanar

Siz de bilirsiniz, içiniz kanar

Bir uçurumdur acılar


Bir bakışma kamaşmadır yerine göre

Sessizce konuşulur bundan

Karşıdan karşıya geçilir

Sokaktan sokağa, bahçeden eve

Her şeyin bir çaresi bulunur

Anahtar birkaç defa döner kilitte

Hiç olmamış bir kapıdan girilir


Bir gülümseme – hepsi bu

Kimi zaman yeter yol değiştirmeye

Gülümsedin mi hüzünler yiter

Bilmezsin saat kaç

Gün biter kendiliğinden

Dünya, gökyüzü, karanfiller üstünde

Üç beş günlük hakkın kalır




HÜZÜN NEREDE OTURUYOR?



Gitsem de cenaze törenlerine hüzün

Bir anlatım olarak yerleşiyor içime

Nerede oturduğunu biliyor musunuz?

Üç beş kişi bilse keşke


Ne yapsam nereye gitsem hüzün

Galiba hüzün yönetiyor ülkeyi

Doğudan gelen cenazeler hüzün

Asfaltlar dağlar nehirler hüzün

Bir bardak dolusu su hüzün


Yırtılıp gelen bulutlar hüzün

Denize gömülen dereler hüzün

Denize girilen kıyılar hüzün

Nereye gitsem mutsuzlukla sınanan hüzün

Yönetiyor acıları da galiba


Dedim ya hüzün yönetiyor ülkeyi

Nerede oturduğu belli değil

Bazen sevgilisinden ayrılan bir genç kızın

Buruk gülümsemesinde, bazen

Dağları dolanıp giden bir otobüste




OLAĞAN ŞEYLER


Nisan sabahına uyandım ki doğanın çıldırışı

Bilge bir güne başlıyor

Çözüldüm düğümlerimden

Dağılıyor gövdeme yavaş yavaş dirim


Düş içinde yanmıştım ki Akdeniz

Sirenlerini çanlarını çalıyor

"Günlerden ne? Ne kadar uyudum?"

Kanatları yanmış biri olarak soruyorum

Denizin eşiğinde, som gece bittiğinde


Yitiyor gölgeler gözlerim kamaşıyor

Balkıyan bir çiçeğin güneşe dönüşünden

“Hiçlik bir arı sesi miydi?”

Sorarak doğaya tutunuyorum


Her şey kımıldamakta, kırlangıçlar geçiyor,

Yokluğu dolduruyor ağaçlar,

Oltasını sarkıtmış gökten

Bir adam balık tutuyor




ELMA


Bir elmanın parlayan rengindeyim

Kısa bir süre değil bütün gün

Elmanın suyu, kokusu, sesi

Senin saçlarında var, yok mu, var

Soluğunda var biliyor musun


Elma, soluğundaki tad

Azar azar sızıyor odamıza da

Sesi, kokusu, kırmızısı

Kabuğunun altı dünya yuvarlağı


Bir elma ağaçtaki

Acıyı da sevinci de tadıyor


Uzun sessiz bir yaz geçiyor

Bir elmanın derin düşündeyim

Elma kokan bir odanın

Uyandım ki evden eve yayılıyor



ELMA II




Gömleğinde nar lekesi olan çocuk

Benim çocukluğumdu – geçiyor

Annenin eteklerine tutuna tutuna

Karşı kaldırıma, annenin başında

Çiçek işlemeli bir şapka


Ah işte çarşı pazar gezmeler

Sebze, bitki tohumu, elma almalar

Yeşili kırmızısı tazesi

Yaza dokunan parmaklar


Şimdi bozuk bir cümleyim burada

Annem çoktan öldü – elimden tutmuş

Bir fotoğrafta elma yiyorum

İçim dışım elma kokusu


Çok yıl oldu, yapacak bir şey yok,

Gömleğim lekesiz, denizin gözleri yok,

Hepsinden önemlisi annem yok..

Şapkasıyla mı kanatlandı dersiniz?




YAZ GÖKLERİ


Gökleri de taşır koynunda deniz

Yaz gökleridir gelen, kuşlardan bellidir,

Menekşelerden, şapkalardan, ürperişlerden

Sokakların telâşından, elbiselerden


Deniz uzun bir yazdır

Çeşitli balıklardır deniz

Ne kadar iç içe yaşarsak

Bir güzellemedir kıyılara deniz


Şimdi yeryüzü bitkiler ağaçlar hayvanlar,

Denizden çıkan her şey,

Haziran ortası yaz gökleri midir?


Kulplu çantalar, hasır şapkaların buğusu

Dokununca ürperen rüzgârın teni,

Şimdi umurumdadır

Yaz gökleri kadar




HALKTAN BİRİ DER Kİ


Biz mi? Kim soruyor yalnızlığı,

Yalnızlığı, mutsuzluğu yenmeye geldik

Denizden geldik koca koca atlarla

Issızlığa havlayan köpeklerle


Başlayınca yaz denizle

Elimizin uzantısı olan karanfil

Suya düşüyor ya aşkla, işte öyle

Bir aydı ağustos, gölgeleri yangın


Biz mi? Söyledim ya büyük sulardan geldik

Tarlalarda fabrikalarda yan yana

Geldik umutsuzluğu yenmek için

Çok göz, çok el, çok ağızdık


Koca koca atlar öldü bakımsızlıktan

Ağladık atlarımız için

Biz mi? Denize uzun uzun bakmak için

Buradayız. Yani at, yani hüzün…

























AHMET ADA


20 Mayıs 1947'de Ceyhan'da doğdu. Nazire Ada ile Ahmet Ada'nın oğlu. İlk ve ortaokulu Ceyhan'da okudu,(1965). Devlet Su İşleri Ceyhan Şubesi (1967-69), Marangozlar İstihlak Kooperatifi (1971-87)ve otomobil ticareti ile uğraşan bir şirkette (1989-93)çalıştıktan sonra emekli oldu. TYS üyesi.2002 yılında Mersin'e yerleşti. İlk şiiri "Tabuttur Kitaplar" 1966'da Soyut dergisinde çıktı. Sanat ve edebiyat dergilerinde çok sayıda şiir ve yazısı yayımlandı.Bazı şiirleri Fransızcaya, Almancaya, İngilizceye, Kürtçeye çevrildi. 1980'li yıllar şiirinin önemli bir temsilcisi olarak tanındı. Şiirlerinin İkinci Yeni şiir havzasından beslendiği gözlense de kendine özgü lirik bir şiir kurdu. Gerçekçi tutumlardan beslenen, destansı, lirik, hüzünlü ve incelikli şiirler yazdığı eleştirmenlerce kabul edildi. Son dönem yazdığı şiirlerle, modern şiirin biçimselliği ile modern dünya tasarımına felsefi derinlik katan yeni bir döneme girdi. Uzun ve epik özellikler barındıran şiirlerinde, göç, savaş gibi olgulara insanî bir perspektiften bakarak çok sesli bir şiire yöneldi.Şiirin kavram ve terimlerinin oluşturulmasında çaba gösterdi. "Şiir Okuma Durakları" (2004) adlı kitabı modern şiire ilişkin şiir bilgisi içeren bir elkitabı olarak değerlendirildi. Şiirin sorunları ve İkinci Yeni üstüne eleştirel, çözümleyici yazılarıyla da dikkati çekti. 2006 yılında, Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü ile Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Eğitimi Anabilim Dalı tarafından ortaklaşa düzenlenen sempozyumla "40 Sanat Yılında Ahmet Ada'nın Şiiri" çeşitli yönleriyle ele alındı. Sempozyum bildirileri "Ahmet Ada'nın Şiirine Bakışlar" adıyla yayımlandı, (2009).2008 yılında, Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Sinema ve Televizyon Bölümü "İki Şair Bir Kent" adlı belgeselinde Ahmet Ada ile Celâl Soycan kent kültürünü ve şiiri konuştular. Bu söyleşi DVD olarak yayımlandı. 2009 yılı 21 Mart Dünya Şiir Günü Mersin'de, 43.sanat yılı nedeniyle, Ahmet Ada'nın Şiiri odağında kutlandı. Ahmet Ada'nın "Göründü Göğün Faytonu" başlıklı şiir bildirisi okundu.

Ödülleri :
1981 Akademi Kitabevi Şiir Başarı Ödülü Gül Doğsun Gül Üstüne ile (Ali Cengizkan ve Adnan Azar'la paylaştı)
1991 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü Aşk Her Yerde ile
1993 Yunus Nadi Şiir Ödülü Vakit Yok Hüzünlenmeye ile
"'Onlar İçin Minibüs Şarkısı' Üzerine Gözlemler" adlı incelemesiyle 1999 E Dergisi İnceleme Ödülü.

Şiir Kitapları :
Gün Doğsun Gül Üstüne (1980)
Acıyla Akran (1983)
Yaz Kırlangıcı Olsam (1985)
Aşk Her Yerde (1990)
Vakit Yok Hüzünlenmeye (1992)
Günyenisi Lirikler (1992)
Yitik Anka (ilk üç kitabının toplu basımı, 1993)
Taş Plak Gazelleri (1995)
Küçük Bir Anmalık (1996)
Begonyalı Pencere (1998)
Denize Atılan Çiçek (1999)
Gökyüzünün Fıskiyesi (2003)
Denizin Uykusu Üstümde (2004)
Kantolar (2006)
Yeni Kantolar (2007)
Sonsuz At (Seçme Şiirler) 2009
Sözcükler Denizi, 2009
Taşa Bağlarım Zamanı, 2009
Yaz İçin Prelüdler
Paçalı Bulut, 2010
Yoktur Belki Ahmet Ada Diye Birisi
Yeşil At
Kuşoto Havası

Poetik Kitapları :

Şiir Okuma Durakları (2004)
Şiir İçin Boş Levhalar (2006)
Modern Şiir Üzerine Yazılar (2008)
Şiir Dersleri

İzleyiciler